Bundan beş sene önce, üniversiteden ilk mezun olduğum zaman, bölümümden dolayı, sudan çıkmış balık olmuş, okul süresince de iş hayatına yönelik çok hazırlık yapmadığım için, o ukala yeni üniversite mezunu tipi haline gelmiştim…
Dil öğrencilerinin ortak problemi sayılabilecek bir şeydir aslında bu biraz. Çok fazla meslek seçeneği olmakla beraber, mesleğin var sayılmaması, yanlış karar verecek olmaktan korkmak, yabancı dil bildiğin için kendini firmalar tarafından aranılan eleman saymak.
Ben 2012 yılı Çin dili ve edebiyatı mezunuyum. Mezun olmadan önce yurt dışında bir müddet yaşadığımdan dolayı, mezun olur olmaz hemen bir şirkette beni dış ticaret müdürü yapacaklar zannederek iş görüşmelerine gidiyor, bana önerilen maaşlara burun büküyordum. Baktım böyle oluru yok, biraz gururumu kırmaya niyetlenerek ilk işime dış ticaret asistanı olarak, 2012 Kasım ayı içinde resmi olarak başladım. Patronum bana ilk ay, vasıfsızsın, mutfaktaki aşçıdan farkın yok dedi. Gözyaşlarımı tutamadım. :( Zaten şirketlerin size güvenmek için verdikleri süre boyunca ayak işi de verdikleri için, dedim benim hızlı büyümem lazım, başka işlere başvurmalıyım. Çok geçmeden daha karizmatik, yabancı ortaklı, daha merkezi, yeni kurulan bir firmada iş buldum. Neredeyse Dış ticaret müdürü olmaya çok yakın bir pozisyondu. Mülakat süresince tanıştığım insanlardan vaat edildiği üzere, çok kısa sürede çok şey öğrenecek, çok hızlı ilerleme gösterecektim. İşi hemen kabul ettim.
İlk gün firmaya gittiğimde, kapıyı ben açtım, ilk eleman bendim. Ofisin içi daha boya badana kokuyordu. Mutfak alışverişine falan çıktım, o kadar sahiplendim firmayı.
Mülakatta tanıştığım, bana beni yetiştirme sözü veren adam hiç gelmedi. Onun yerine Hollanda’da dönercilik yapmış birini tanıttılar dış ticaret müdürün diye. İngilizce bilmez, hollandacası var, hayatında ticareti damarlarından gelen kanda mevcut olduğunu farz ederek, beni yönetmek istedi. Ama nasıl yönetmeye çalışma. Her fırsatta sizin bir şey bilmediğinizi söylemesi ya da bir şeyler öğrenmek için tutuştuğunuz dönemde, o size “Hani sen üni mezunuydun hadi şunu da yap, niye bilmiyorsun sen üni okumadın mı”.. gibi son derece uslup fakiri bir tavırla yaklaştığı için, iletişimsizlik ve neticesinde anlaşamama ile mobingin son versiyonunu yediğim günler.
Olmuyor diyorum, bir şeyler olmuyor. Hani topuklu ayakkabılarımla Pekin havaalanında gördüğüm, valizli, şık iş kadınlarından olacaktım ben.
Sabır diyoruz.. Sabrediyoruz.
Bu esnada bizim departmanlarımızı ayırıyorlar. Çünkü ciddi anlamda anlaşamadığımız gibi, saygısızca bir yaklaşım, dedikodu, her türlü moral bozmak için mobbing görüyorum. Denemedim değil, deniyorum. Mış gibi olmaları, şakasını komik bulmuş gibi yapmayı, bir şey dediğinde, ya sabır demeyi deniyorum. Çok da başarılı bir sonuç vermiyor. İşi bırakıp gitmemi vazgeçmek diyorlar, sabır et diyorlar. Bu arada bu bahsettiğim insanın benden büyük kızı var. İş hayatı cilveleri bu diyorum, anlamaya, hayatta kalmayı öğrenmeye çalışıyorum.
Derken günler günleri kovalayıp hala daha bir arpa boyu ilerleme olmadığını görmekle beraber gene başlıyorum iş aramalara. Elime ne geçerse başvuruyorum. İstanbul’a gitmekten korkuyorum o zamanlar. Bir de eski sevgili muhabbeti var bir yandan. Aynı şehirdeyiz diye kıpırdayasım da gelmiyor.
E ne ilişkiden ne de işten hayır gelmeyince çarelerden en güçlüsü burs başvurusu fırsatı çıkıyor. Bu arada bu konuyla ilgili önemli bir detay ise, burs başvurusu kısmında elimdeki evrakların geçerlilik sürecinin son dönemi olduğu için, Çinli hocam bana bunu ısrarla öneriyor, başvurumda yardımcı oluyor, ben sadece imza atıyorum evraklara, o kadar isteksizim Çin’e gitmeye.
“Profesyonel” iş hayatımda ikinci yılımı tamalamak üzere iken, burs çıktı e-postası geliyor. Okul, yurt ücreti ve üzerine aylık harçlık. Fakat hala gitmeye cesaretim yok.
Bunun sebebini, korkaklık mı dersiniz, comfort zone belası mı, eski sevgili olayı mı ..Bilemiyorum ama bir türlü tekrardan Çin’e gitmeye, yeniden öğrenci olmaya, bulunduğum yerden ayrılmaya ikna olup da hareket edemiyorum.
Neyseki gene en büyük destekçim -annem- canım benim böyle imkanların nadir geldiğini, iş hayatının aslında yine bir şekilde bir yerden başlanabileceğini ama yüksek eğitim görmenin, daha iyi iş bulmaya yardımcı olacağını söyleyerek beni ikna etti.
Hiç istemeye istemeye geldim Shanghai’a.
Geldikten bir ay sonra annemi arayıp ben artık Shanghai’da yaşayacağım dedim.
O günü de, o duyguları da dün gibi hatırlıyorum. Şimdi dördüncü yılıma girdim…
Demem o ki, iş yerinizden memnun değilseniz, beklemeyin, sabretmeyin, başkasının firması için, ne kendinizi üzmenize gerek var ne de yıpratmanıza. Rızkı mevcut patronlarınızın değil, Allah’ın verdiğini unutmayin. Ben bunu şimdi daha rahat görüyorum.
Bu, işi bıraktım Mastera başladım da olabilir, kendinize sevdiğiniz işi kovalamak için vereceğiniz bir şans da.
Ben iş hayatında sabır işine inanmıyorum artık. Sen gidip almazsan, kimse sana bir şey vermek istemiyor.
Kendi şansını da kaderini de sen belirliyorsun.
Bol şanslar....